12 Ocak 2012 Perşembe

11 Ocak Basın Toplantısı Metni

CANIMIZ ÜZERİNDEN “PAZARLIK” EDİLMESİNİ KABUL ETMİYORUZ!
4320 sayılı “Ailenin” Korunmasına Dair Kanunda değişiklik yapılmasının gündemde olduğunun, üstelik yeni düzenlemenin kadın örgütleriyle birlikte yapılacağının duyurulması, kadına yönelik şiddetin rakamlara sığmadığı şu günlerde, hükümet tarafından nihayet adım atılacağına dair bir umudun doğmasına neden olmuştu. Bu nedenle kadın örgütleri; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çağrılarına olumlu cevaplar verdi, toplantılara katıldı. Görüş, öneri ve taleplerini ısrarla iletti. Ne var ki geldiğimiz nokta ancak hayal kırıklığı olarak tanımlanabilir. Görüşmelerdeki olumlu havanın aksine; taslak pek çok kez değişikliğe uğradı ve özellikle Başbakanlığa sunulmasının ardından adım adım kadın örgütlerinin önerilerinden uzaklaşarak, kadınların aleyhine maddeler içerir bir hale büründü. Son taslak, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından 10.01.2012 tarihinde yayınlandı. Şaşırarak ve öfkelenerek gördük ki; taslak bu zamana kadar yapılan önerilerin pek çoğunu dikkate almadığı gibi, daha önce var olmayan pek çok yeni sorunu da içeriyor. Üstelik şu an yürürlükte olan Yasanın bile gerisinde… Kabul edilemez bir halde...
YÜRÜTMENİN ATADIĞI MÜLKİ AMİRE MAHKEME YETKİSİ!
Kabul edilemez değişikliklerin ilki; önleyici tedbir kararlarında yetkinin hangi kuruma verildiğine ilişkin. Hükümet taslağında, kadınlar için önleyici tedbir kararı verme yetkisi Mahkemelerden alınarak, Vali ve Kaymakamlara veriliyor. Vali ve Kaymakamların yani Mülki Amirlerin de elbette tüm devlet kurumları gibi kadına yönelik şiddeti önleme yükümlülüğü var. Ancak Mülki amirlerin yetkisi, fiziki koruma tahsis etme gibi, acil can güvenliği sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması ve ellerindeki yetki ve fonlar dâhilinde her türlü ayni –nakdi destek hizmetlerinin verilmesinden ibaret kalmalıdır. Bunun dışındaki yetkilerin, özellikle de Mahkemelerin alanına giren yetkilerin mülki amirlere verilmesi tamir edilemez sonuçlar doğuracaktır. Üstelik, il ve ilçelerde mülki amirlerin, bölgenin güç dengeleri başta olmak üzere çeşitli etkilere açık olması kuvvetle muhtemeldir. Bu haliyle şiddetin failinin bölgenin tanınmış eşrafından, en nüfuslu ailesinden, en zenginlerinden vb olması halinde tarafsız ol-a-mama, tedbir kararı ver-e-meme ihtimali bir başka sorun alanıdır.
ŞİDDET ARTTIĞI HALDE, CEZALAR İNDİRİLİYOR!
Kabul edilemez değişikliklerden bir diğeri verilen cezalarla ilgili. Koruma kararlarının ihlali halinde erkeklere verilecek cezalar indirilmiş, üstelik bir daha şiddet uygulamayacağını beyan eden erkeklerin cezasının kaldırılacağı da yasaya eklenmiştir. Mevcut uygulamanın da gerisinde olan bu durum çok vahim ve kadınlar adına korkutucudur. Bu durum hükümetin ne yapmaya çalıştığını da anlaşılır kılmaktadır. Hiçbir zaman kadının beyanını esas almayarak şiddet gören kadını ikincil mağduriyetler ile başbaşa bırakan hükümet, yeni taslak uyarınca erkeğin beyanını esas almakta ve adeta şiddet uygulayan erkeğin kadına karşı yeni tehlikelerle geri dönmesini sağlamaktadır. Yıllarca kadın hareketinin ve son zamanlarda Bakan Fatma Şahin’in söylediği gibi şiddetle mücadelede “zihniyet dönüşümü” sağlanacaksa, dönüştürülecek zihniyet öncelikle şunu anlamalıdır; Şiddet Suçtur ve Şiddet Uygulayan Erkeğin Cezasızlık Hali Kabul Edilemez!
Soruyoruz; taslağın bu haliyle yasalaşması durumunda, şiddeti bir daha uygulamayacağını taahhüt ederek hapisten çıkan erkekler, kadınları öldürdüğünde bunun hesabını kim verecektir?
Ayrıca yeni taslak ile 4320 sayılı yasanın gerisinde bir başka düzenlemeye daha gidilmiş, tedbir kararlarının süresi 6 aydan 3 aya indirilmiştir.
NİKAHSIZ KADINLARA ŞİDDET YASAL!
Daha önceki taslakta yer alan “yakın ilişki içinde yaşayanlar” kavramı Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Böylece şiddete uğrayan pek çok kadın bu yasanın koruması dışına atılmıştır. Oysa eşi, nişanlısı, olmasa da birçok kadın şiddete uğramaktadır; resmi nikâh imkânı olmayanlardan, zorla evlendirilmiş kız çocuklarına; aynı çatı altında nikâhsız yaşayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara, imam nikâhlı kadınlara kadar şiddet uygulayan erkekle yakın ilişki yaşayan pek çok kadın şiddete maruz kalmaktadır. Başbakanlığın “yakın ilişki içinde yaşayanlar” ifadesini yasa taslağından çıkarmasının, yukarıda sözü edilen kadınları iki, üç kat mağdur etme sonucunu doğuracağı tartışmasızdır. Diğer yandan bu yaklaşım korunanın “kadın” değil, “aile” olduğunu bir kez daha görünür kılmıştır.
KADIN CİNAYETLERİ NASIL ENGELLENECEK?
1996 yılından beri mücadelesini verdiğimiz Koruma Kanunu’nun önerilerimizle biraz daha geliştirilmesini beklerken, eldeki taslağa Başbakanlık’tan şu an yürürlükteki yasanın bile gerisinde olan bir müdahalenin gelmiş olması vahimdir. Kadın cinayetlerinin her geçen gün hız kesmeden artmakta olduğu bir ülkede, var olan yasanın yetersizliği bu kadar ortadayken, bunun daha da gerisinde bir yasa taslağının hazırlanmış olması, son derece manidar olduğu gibi, kadına yönelik şiddetle etkin şekilde mücadele edeceğini söyleyen Hükümetin, aslında bu yönde bir siyasi iradesinin olmadığını da apaçık göstermektedir.
MEVCUT DURUM DAHA DA KÖTÜYE GİDECEK!
Feminist hareketin ve kadın örgütlerinin; uzun yıllardır süre giden mücadelesinin, birikimlerinin ve erkek şiddetine karşı edindiği deneyimlerin ışığında 236 Kadın Örgütünden oluşan Şiddet Son Platformu tarafından hazırlanan taslağı, pek çok kez Bakanlığa sunduk ve tümüyle yasalaşmasını talep ettik. Kadın örgütleri olarak, Bakanlığın ve son olarak Hükümet taslağının erkek şiddetini önlemede son derece yetersiz olacağını defalarca yazılı ve sözlü olarak aktardık. Ancak görüyoruz ki, 236 Kadın Örgütünün taleplerinin taslağa yansıması bir yana, her geçen gün taslakta kadınlar aleyhine değişiklikler yapılmaktadır. Bizler, kadına yönelik suçların şikâyet aranmaksızın ve arabuluculuk – uzlaşma hükümlerine tabi olmaksızın soruşturulması ve kovuşturulmasına, etkin izleme ve denetleme mekanizmaları kurulmasına dair düzenlemeler olmasını beklerken, mevcut durumun da gerisine gidilen bir tablo ile karşı karşıyayız.
KADIN ÖRGÜTLERİ VİTRİN OLMAYACAK!
Bu durum, Bakanlık ile kadın örgütleri arasındaki ilişkinin şeffaf bir biçimde yürütülmediğinin, görüşlerimizin usulen alındığının, ancak hiçbir şekilde dikkate alınmadığının, yasaya yansıtılmadığının, bu görüşmelerin sadece bir vitrin görevi gördüğünün somut bir göstergesidir.
Kadın örgütleri olarak 12 Ocak’ta yani yarın Bakanlığın çağrısı ile yeni bir toplantıya katılacağız ve sözlerimizi aynı ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Ancak bizler artık söylediğimiz sözlerin odalarda, bakanlık koridorlarında kalmasını değil yasada tanımlar ve yaptırımlar olarak açıkça yer almasını istiyoruz. Başbakanlığı, Bakanlar Kurulu’nu ve kadından sorumlu olması gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını, kadınları şiddetten korumak üzere feminist hareketin ve kadın örgütlerinin on yıllara dayanan deneyimlerini ciddiye almaya ve işlevsel, etkin ve amacına uygun bir yasa çıkarmaya, kısacası GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ! Kadın örgütleri olarak hazırladığımız taslaktaki her bir önerimizin gerçek anlamıyla yaşamsal! önemde olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, taslağımızın arkasında olduğumuzu ve olduğu gibi yasalaşmasını ısrarla istediğimizi, bunun dışındaki taslakları, özellikle de son taslağı kabul etmeyeceğimizi belirtiyoruz.

İstanbul Feminist Kollektif

2 yorum: