21 Ekim 2010 Perşembe

Sizin hiç kardeşiniz öldürüldü mü?

Kurşun bedene girince insan ne hisseder, o anda ne düşünür, yaşamın bittiğini mi, çocuklarını bıraktığını mı, sevdiklerini terk ettiğini mi, lanet mi eder katilini tanıdığı güne, her şey bitti mi der. Yoksa hiçbir şey hissetmez mi, çok canı yanmış mıdır, acaba acı çeker mi?

  Hepimiz düşünmüşüz bunları, otopsi raporu gelene kadar: ANİ ÖLÜM....insan kardeşinin aniden öldüğüne sevinir mi? Biz raporda bunu okuyunca rahatladık. Ne garip; öldü ama hiç olmazsa acı çekmeden, aniden!..
  Yıllardır bire bir bilinçli karşı mücadelesini verdiğimiz erkek egemen şiddetini bu kadar yakınımızda ve bu kadar ağır yaşamak… vurgun yemek çok başkaymış.
  Hiç öyle atılan sloganlarla, bildirilerle, basın açıklamalarında yazılanlarla, panellerde anlatılanlarla aynı şey değilmiş bizzat yaşamak. O kadar derinden yaralıyor ki insanı devamlı kanıyor.
 Başımıza gelebileceğini hiç düşünmediğimiz bir katliamla boyalı basının 3.sayfa haberi olduk biz. Kimsenin başına asla gelmesini istemediğimiz bu olay bize o kadar çok şeyi yaşayarak öğretti ki.
   Okumayı kendi kendine öğrenmiş, fakat yazması olmayan ama Yediveren Gülleri diye şiir kitabı olan bir annenin yediveren gülleriydik, yedi kız kardeştik biz. Eğlenceli, gürültücü, kavgacı, dayanışmacı, bol kadınlı güzel bir aile.. şimdi Yediveren Gülün biri yok. Şimdi bir yanımız eksik. iki buçuk yıl oluyor neredeyse. Acılıyız, öfkeliyiz ve çaresiziz. Nasıl biter bu acı? Ama hayat devam ediyor, Sevim’in geride kalan iki küçük kızıyla yaşamı yeniden kurmaya çalışıyoruz.
  Her zamanki gibi acımasız ve vicdansız bir erkeğin kırdığı, yok ettiği hayatların geride bıraktığı yürekleri onarmak, hayatı yeniden şekillendirmek kadınların o kadar güzel yaptıkları bir şey ki. Kadınlar çok güçlü. Bütün aile, sülale ve dostların desteğiyle ayaktayız, ama travmamız çok büyük.
  42 yaşında, yaşamayı her şeye rağmen çok severken, çocuklarını büyütemeden, emekli olup dinlenme hayalleri kurarken, yaşlanamadan, yapacak onca şeyi varken, huzurlu bir yaşam istiyorum, yalnız yaşlanmak istemiyorum deyip yıllar sonra evlendiği ve kendisiyle evlenmek dışında hiç bir suçu olmayan kocasıyla birlikte yolda yürürken,  arkadan vurularak öldürüldüler. Hem de büyük kızının babası olan, eski kocası tarafından.
   Sevim hemşireydi, henüz okurken tanıştığı, sonradan katili olacak olan o adamla evlendi. Hemşire olduğunda halen okumakta olan adamı mezun etti, askere yolladı, iki kere avukatlık bürosu açtı, evin tüm geçimini sağladı. Bu arada eve ekmek dahi almayan, asalaklığı yaşam biçimi haine getiren katil hayattaki tüm ezilmişliğinin tembelliğinin ve başarısızlıklarının sorumlusu kardeşimmiş gibi sürekli onu ezmeye çalışıp, ona hep kötü davrandı.
  Kendisiyle ve hayatla sorunu olan ve devamlı didişen bu adamın yaptıklarına dayanamayan ama bir de ondan çocuğu olan kardeşim tükendiğini anlayıp, yaşadığı yeri ve çok rahat olan işini terk ederek İstanbul’a yerleşti.
  Ama kabus bu sefer de çocuk üzerinden devam etti.
  Kardeşimin dimdik ayakta kalıp yeniden evlenip ikinci çocuğunu doğurmasını, yeni bir hayat kurmasını hazmedemeyen ve de bir avukat olan katil, tacizlerini Sevim’e ve çevresindeki herkese yaşattı.
Kardeşim defalarca mahkemelerde, yollarda dövüldü, tehdit edildi, çocuğun alınıp verilmesi sırasında devamlı sorunlar yaşadı. Katil, yasal velayeti kardeşimin üzerinde olan çocuğu defalarca kaçırdı. Avukatları tehdit ve darp etti, hakimleri reddetti. Sevim’in çevresinde olan ve ona destek olan herkes bu adamın yaptıklarından nasibini aldı.
  En sonunda kardeşimin ona sunduğu yaşam standartlarını ve çevresini kaybetmenin hıncıyla o iki masum insanı öldürerek çıkardı. Ve bunu da kızım için yaptım diyerek o küçücük çocuğun üzerine kaldıramayacağı bir yük bıraktı.
  Çocukları şimdi ömür boyu bir lanetle yaşamak zorunda. Sevim’den geriye kalan iki küçük kızdan biri, katil babası yüzünden annesiz kaldı, diğeri ise hem annesiz hem babasız kaldı ve onu bu duruma sokan ise ablasının babası. Ne biçim bir vurgun yemek bu, ne biçim bir adalet, acaba ilahi adalet var mı, diye düşünmeden edemiyor insan. Bu çocukların suçu ne?
  Kardeşim tüm yaşadığı kötü şeylere rağmen mücadeleci, iyi niyetli, dayanışmacı, sevecen, hayata sımsıkı bağlı güzel bir insandı, tıpkı birlikte öldürüldüğü kocası gibi.
  Her zaman çocuğun psikolojisini ve mutluluğunu düşünerek o adamla iyi bir diyalog kurması için çaba sarf etti. Çocuğu ondan hiç esirgemedi. Onun aleyhinde konuşmadı. Evlense de kurtulsam diyordu hep, ne garip, hiç, ölse de kurtulsam demedi.
  Kendi çocuğuna ömür boyu altından zor kalkılacak bir yük bırakan bu katilin mahkemelerdeki tavırlarından, savunmalarından ve bize bakışlarındaki  ifadesinden de anlıyoruz ki hiç pişman değil. Pişman olsa kendi kafasına da sıkardı zaten. Karar duruşmasından sonra cezaevi aracında giderken inanılmaz bir pişkinlikle zafer işareti bile yapabildi. Nasıl bir duygu ve vicdan taşıyor bizim anlayabileceğimiz bir şey değil bu!.. vicdanındaki bu yükle nasıl yaşıyor acaba.
  Diğer izlediğimiz kadın katillerinin de mahkemelerdeki tavırları, ifadeleri, bakışları hep aynı. Sadece isimler ve mekanlar değişiyor.
‘Çocuğumu çok seviyordum onu bana göstermeyeceğinden korktum, o yüzden karımı öldürdüm’  diyordu,  Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Ayşe Yılbaş’ı acımasızca 12 kurşunla öldürülen katil. Bu katili bizim eski ünlü solcu avukatlarımızdan biri olan Bahri Belen savundu. Son duruşmada,  Bahri Belen katili savunurken, katilin karısını çok sevdiğini, çocuğunu onbeş gün görememesinin onu tahrik ettiğini, cinayeti azap ve elem içinde işlediğini öne sürerek haksız tahrik indirimi istedi ve bunun için o kadar çok çabaladı ki biz kadınlar hayretler içinde izledik. Adeta, öldürmekte haklıydı diyordu. Ben inanamıyordum bu olup bitenlere, yıllar önce sol siyasi bir örgüt üyesi olmaktan yargılanan eşimi savunan Bahri Belen yıllar sonra bir kadının bir anlamda benim kız kardeşimin katilini savunuyordu. Ve bunu o kadar korkunç bir biçimde yapıyordu ki hepimiz şaşkınlık içinde kalıyor ve tepki veriyorduk ama o, sadece bizim tepkilerimizden rahatsız oluyordu, katilin haksız tahrik indiriminden yararlanması için utanılacak savunmalar yapıyordu, aynı zamanda aynı Bahri Belen  Hrant Dink’in de avukatı, halen mahkemelere katılıyor.
  Ne bu şimdi, biz neye inanacağız, İnançlarımızı, değerlerimizi neyle ölçeceğiz.
Sorguluyorum, hayatımda, bugüne kadar inandığım her şeyi, sahip olduğum değerlerimi sorguluyorum.
  Kardeşimin katiline haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmadı. İki ayrı cinayetten müebbet aldı. Tasarlayarak öldürmeye dair yeterli kanıt bulunamadığından ağırlaştırılmış müebbet verilemedi.
  Şimdi  biz rahatladık mı? Kaybımız ve acımız o kadar büyük ki ne ceza verilirse verilsin bize yetmeyecekmiş, mahkeme bittiğinde bunu daha iyi anladık. Öyle kırıldık ki doğrulamıyoruz hala. Bu travma nasıl geçer, nasıl atlatılır, bu nasıl bir adaletsizlik.
  Bana göre hayatta en büyük suç, başka bir insanın yaşam hakkını elinden almaktır. Umarız bu katil ömür boyu dışarı çıkamaz ve başka kimsenin canını yakamaz, özellikle de kızının..
Şenay Gelişli (22 Temmuz 2007 tarihinde öldürülen Sevim Zarif'in kardeşi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder